7 Temmuz 2010 Çarşamba

Yürümek... Yürümeyenleri Ardında Boş Sokaklar Gibi Bırakarak...

Sevgili Oğlum,

Öylesine masum, öylesine temizsin ki; bazen korkutuyor bu beni…

Bizim de çocuk olduğumuzu, hayata ve insanlara böyle güven dolu baktığımızı bile unutuyor; seni nasıl koruyabileceğimi düşünüyorum…

Ne çok isterdim sana “insan özünde iyidir” diyebilmeyi…

Sınırsız güveni öğretmeyi; tıpkı şimdi bize güvendiğin gibi…

Ama değil günyüzlüm… İnsanlar da hayat da öyle acımasız ki…

Düşmanını tanımak çok kolay… Zor olan dost görünen düşmanları fark edebilmek…

Yüzüne gülerken, içten içe her an sendelemeni, düşmeni bekleyenleri; senin acından beslenenleri…

Biz seni ne kadar korumaya çalışırsak çalışalım; hayatın böyle duygusal vampirlerle çevrili olacak bebeğim…

Üstelik soğanla sarımsakla bile yok edemezsin bu vampirleri…

Onlar senin enerjini emerek doyacak, sana acı vererek keyiflenecekler…

Tıpkı sivrisinekler gibi; ne kadar kovarsan kov, usulca yanına ilişip bir ısırık almanın yolunu hep bulacaklar…

Ve öylesine sinsice ve karanlıkta yapacaklar ki bunu; neden kaşındığını, canının böylesine yandığını bile anlayamayacaksın…

Canım, her şeyim… Sana karamsar bir mektup yazmak değil amacım…

Ama Pandora’ nın kutusunun çok zaman önce açıldığını ve tüm kötülüklerin dünyaya yayıldığını da bilmeni istiyorum.

Ne mi yapacaksın?

Yılmayacaksın oğlum… Vazgeçmeyeceksin…

Ne doğrularından, ne kendinden ne de hayatından…

Baksana, Nazım vazgeçebilmiş mi?

Biliyor musun, ne yazmış uğruna sürgünlere gönderildiği vatanına, hapisten:

“yürümek;
yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
karanlığın gözüne bakarak yürümek..
yürümek;
dost omuz başlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek ..
yürümek;

yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek ..
yürümek;
yürekten gülerekten yürümek...”

Sen de tıpkı böyle yürüyeceksin sevdiceğim…

Yürekten gülerek…

Acılarına, dostuna düşmanına; koca bir tiyatro sahnesi olan şu hayata gülerek…

İnanarak kendine, yüreğine, sevgiye, umuda…

Sakın unutma:

Ne fark eder görmesini bilmeyen için elmas da cam da; sana bakan körse sakın kendini camdan sanma…

Sen de pırıl pırıl, işlenmemiş bir elmassın oğlum…

Tıpkı her yeni doğan çocuk gibi…

Ve o yüzden izin vermeyeceksin, görmesini bilmeyen gözlerin, senin parlaklığını yok saymasına…

Ve işte o zaman kazanacaksın, “ben gerçekten yaşadım” diyebileceksin…

Annen
6 Temmuz 2010
www.turkans.com

Hiç yorum yok: