25 Haziran 2010 Cuma

Şaşk-ı Memnu...

Bence böyle bitmemeliydi…

Halit Ziya’ya saygısızlık etmek istemem tabii, yanlış anlaşılmasın.

Ama şöyle bir final nasıl olurdu?

Nihal’le gemi seyahatine gitmeye hazırlanan Behlül, son anda karar değiştirir ve Bihter’le Mavi Marmara gemisine biner.

Bunu öğrenen Ednan Bey çok sinirlenir ve gemiyi durdurmak için Matmazel ve Beşir’i peşlerinden gönderir.

Matmazel’le Beşir bir gece harekatıyla tekneye iner ve Behlül’ le Bihter’i “yanlışlıkla” öldürür. Zira onlar da Matmazel’le Beşir’e “su tabancasıyla” karşılık vermiştir.

Bir çeşit nef-su müdafaa durumu yani.

Firdevs Hanım bütün bu olanlara sessiz kalabilir mi? Tabii ki hayır… Hemen Amerika’ya Peyker’in yanına gider ve Obama’dan yardım ister.

Hilmi Önal da “ben size söylemiştim, bunlar sahtekar, ahlaksız” diye demeçler vermektedir gazeteye.

Ama yurdum insanı çok kızar Hilmi’ye.

Büyük aşka saygısı vardır çünkü onların, Bihter mazlum, Behlül kader kurbanıdır.

Yurdun dört bir yanında Behlül ve Bihter için gıyabi cenaze namazları kılarlar.
Hepimiz Bihteriz, hepimiz Behlülüz pankartları açarlar.

Tam coşkuyla tepki gösterirken, tam gaza gelmişken, manasız reklam araları başlar…

Yine çocuklar şehit olmuştur, yine trafik kazalarında aileler yok olmuştur, üstelik birçoğu hala işsizdir…

Bu kadar reklam sıkar onları, kanal değiştirirler.

Şaşk-ı Memnu halde, dizinin sonunu beklerler.

Ya da yeni bir dizi ile uyutulmayı…

Bir “dizi” acıyı, sorunu yok saymayı; hayatlarının bütün “sezonlarında” yok sayılmayı, figüran olmayı…

25 Haziran 2010

Hiç yorum yok: