23 Haziran 2010 Çarşamba

Açılım Tokat’ı…

Ben anlamıyorum, hayır şaka değil, gerçekten anlamıyorum…

Bakıyorum; önce milletçe dalga dalga dalgalanıyoruz, sonra da ne hikmetse o dalgalara kapılıp topumuz “açılıyoruz”.

Ben bu açılım mevzusu karşısında animatörün karşısında oryantal yapmaya çalışan İsveçli turist gibi hissediyorum kendimi…

Kolumu kaldırsam, ayağım uymuyor; aklıma uydursam yüreğim isyan ediyor; yüreğimi dinlesem beynim şaşıyor…

Hani sanki bedenime uymayan abuk sabuk hareketler yapıyorum da, herkes alkış tutup gülüyor bana…

Küçükken hain bir rüzgar kumsalda oynadığım topumu alıp açığa götürdüğünde de böyle bakardım ardından… Uzansam yetişir miyim, geri döndürebilir miyim ki diye ufka dikerdim gözümü derin derin…

Sinsiydi rüzgar, önce sevinirdik kavurucu sıcaklarda bizi serinletti diye… Sonra da onun aşkına kapılıp, süzüle süzüle kaçan topumuzun ardından gözyaşı dökerdik…

Rüzgar mı kötüydü gerçekten, yoksa yitip giden topun hasreti miydi bizi böyle derinden sarsan bilemezdik…

Ben zaten eski Türk filmlerindeki gibi iyilerin iyi, kötülerin kötü olduğu dünyaları seviyorum galiba…

Ne dostluğun “puslusunu” seviyorum, ne düşmanlığın “pusulusunu”

Kuytu köşelere gizlenmiş vicdansızlığın, insanlığımıza sinsice yağdırdığı mermileri gördükçe ışık tutmak istiyorum üzerlerine… “Koşun, buradalar, işte yakaladım bu yüreksiz korkakları” diye bağırmak istiyorum…

Bugün 7 Aralık, açılımın bize “Tokat”ı 7 şehit…

Malum şahsın hücre kavgası 17 santimetrekare, o şehitlerin analarının kapkara zindanlara hapsedilmiş yürekleri ölüyor belki bu gece 17 milyon kere…

Elleri bomboş, ruhları sancılı; bilseniz diner mi ki hiç hasretin dağladığı o acı?..

Sahi biz bilir miyiz, ellerinle özenle büyüttüğün, koynunda yatırdığın yavrunu bir daha koklayamayacak olmanın nasıl bir his olduğunu?

Onu senden ayıran kalleş kurşunu görsen bedenini belki bin kere siper edeceğini bile bile elin kolun bağlı yas tutmayı?..

Acaba imkan olsa da bir kez o anaların yüreğinde atsa nefretin isini, kavganın sisini taşıyan o taş kalpler; yine aynı soğukkanlılıkla sıkılır mı kurşunlar, yine üstümüze yağar mı o bombalar?

Anlamıyorum…

Hani demiş ya şair:

İnançları yitirmişler yürekte
Vicdanları sürgünlerde, kürekte;
İyilikler kalıyor hep dilekte…


Sahi hep “dilekte” mi iyilikler? Çıkmazlar mı bir gün gizlendikleri köşeden… “Ey insanlık, yeter saçmaladığın artık” demezler mi?

Anlamıyorum inanın…

Biz kucak “açıyoruz” düşmana, bebeler ellerinde karanfillerle gözyaşları içinde kucak “açıyor” babalarının tabutuna…

“Türküm, doğruyum, açılırım; e peki neden gelen vurur giden vurur şaşarım” diye söyleniyoruz…

Dumanlı havaları sevenler, kuytu köşelerde gizlenip minik bebelerin baba hasretini; anaların evlat acısını bitmek bilmez kinlerine “katık edenler” karşısında gözlerimizi kaçırıp susuyoruz…

Hem de öyle susuyoruz ki başkaları “kana kana” içiyor, bakıyoruz…

Ne dönen dümenleri görüp rota değiştirebiliyoruz kaçmak için hain rüzgarlardan; ne de dumanları aşıp uzaklaşabiliyoruz kurtlar sofrasından…

Dumanların efendileri “Açıl Türk, Atıl Kurt” diye gülüyorlar bıyık altından “can verip kan kusuyor; kızılcık şerbeti içtik” diyoruz…

Daha ne diyeyim?

Vallahi anlamıyor ben…

7 Aralık 2009

Hiç yorum yok: